Doğu Karadeniz Bisiklet Turu
Anadolu Sahilleri Bisiklet Turu – 1. Etap:
İnsanın o zamana kadarki yaşantısının en büyük yolculuğuna başlaması çok heyecan verici bir şeydir. O heyecan o kadar büyüktür ki, 14 saatlik yaptığınız otobüs yolculuğu size Atakule’den Kızılay’a ya da Levent’ten Beşiktaş’a gitmek gibi gelir.
Yolculuk göz açıp kapayıncaya kadar geçti geçmesine ama Rize otogara inince beni aldı ufaktan bir titreme. Heyecan mı dersiniz yoksa sabah serinliği mi, yorum size kalmış. Neyse ki yol çıkıp Hemşin’e doğru tırmandıkça titremeden eser kalmadı. Tatlı da bir tebessüm oturdu suratıma. Kafamın içinde ise bir haftadır dinlediğim karadeniz ezgileri; tulumlar, kemençeler… Neyse ki o sesler bir kaç kilometre sonrasında gerçek oldu. Yol kenarında bir dayı, basıyordu tulum severlerin bam teline. Karadeniz’in yeşili ile tulum buluşmuştu. O andan sonra zaten ne tedirginlik kaldı, ne stres… Hayalini kurduğum yolculuğun içinde ilerliyordum. Bu arada, tulum üfleyen dayıyı geçtikten bir kaç dakika sonra kafamın içi yine başladı: “Hey gidu Karadeniiiiiz…”
Hemşin’e giderken biraz idmansızlığın biraz da “ilk günden koşmayalımca canım, gezmeye geldik” düşüncesinin de verdiği yetkiyle her çeşme başında ya da aşağıdaki fotoğrafta göreceğiniz gibi her oturakta mola verdim. Molanın tekinde arkamdaki çalılardan paldır küldür bir gürültüyle yerdimden sektim. Yanıma 2 metre çapında bir bohça düştü, peşine de bohçanın sahibi Mevlüt geldi. Nereden geldin, nereye gidiyorsun başladık muhabbete. Ayrılırken “çadır kuracaksın, ayılara dikkat et” dedi. Bu aldığım ilk ayı uyarısı oldu. 🙂 İlk gün Hemşin Deresi’nin suları gibi hızla akıp giderken çadırımı gözlerden uzakta olacağını düşündüğüm garip bir yere kurdum. İlk günün günahı olmaz ne de olsa, sonraki günler daha güzel kamp yerleri bulurum.
Yolculuğun ikinci günü: Dağ yollarından Çamlıhemşin!
Hemşin’den Çamlıhemşine geçmenin 2 yolu var. 1’incisi, dün geldiğim yolu geri gidip Ardeşen’e geçicem ve oradan Çamlıhemşin’e çıkıcam ya da dağ yollarından iki vadi ve 2 geçit aşıp gidicem. İlerleyen anılarda daha iyi anlayacaksınız ki, benim normal birinin seçmeyeceği ya da yolu olmayan rotalardan bisikletle gitmek gibi bir alışkanlığım var. N’apayım, zor yolları seviyorum.
Neyse, konuya dönecek olursak, bu kadar laf ebeliğinden de tahmin edeceğiniz gibi Çamlıhemşin için dağ yolunu seçtim. Yol boyunca 1’i traktör, 1’i jandarma toplam 3 araç gördüm. Bence güzel bir tercihti. Jandarma demişken, Hor Boğazı’na doğru tırmanırken arkadan bir siren sesi duydum, peşine yanımda bitti zaten. Komutan, nerelisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun… Hoş beş muhabbetten sonra ayrılırken “Pogina’da Cemal Gülas’ın köpekleri var, onlara dikkat et” dedi ve gitti. Cemal Gülas’ı duyunca, keşke birkaç yıl önce olsaydı da Datvi’yi görebilseydim diye geçirdim içimden. Zaten Boğaziçi köyüne vardığımda köpekleri de karşılamadı, Cemal Abi’nin evinin önünden olaysız geçtim. Kanlı Boğaz’a doğru ilerlerken gördüğüm manzara ise ilk günlerden unutulmazlarım arasına girdi ki kendisi bu yazının kapak görseli olur.
Biraz yağmurda mahsur kalarak, biraz ıslanarak, bol bol fotoğraf çekerek 27 km’lik yolu 8,5 saatte tamamladım. Geceyi ise Çamlıhemşin Jandarma karakolunun karşısında çadırı kurdum. Komutanla hoş beş muhabbet edip bölge yollar hakkında biraz daha bilgi aldım. “Niyetim Samistal’e gitmek.” dedim. “Bu havada zor. Önce bir Elevit’i dene. Muhtara da benden selam söyle.” dedi. Üçüncü gün Rotasını çizmiş olduk.
Hemşerim Sen Çılgın mısın? – Bir Elevitli Sözü
Çamlıhemşin şehir merkezini geçtiğinizde yol 2’ye ayrılır. Soldan giderseniz Ayder’e, sağdan giderseniz Zilkale, Çat, Elevit diye gider. Soldaki yol bir yere kadar taraf asfalt, sağdaki ise Arnavut kaldırımdır. Nasıl bir azimle o kadar yolu Arnavut kaldırım döşediniz be hemşerim. Tamam, kabul, %15 eğimde çok güzel yol tutuşu sağlıyor ama bisikletliyi çok zorluyor be. Neyse… Çamlıhemşin’den ayrıldıktan yaklaşık 10 km sonra bir tepeyi aşarsınız ve uzakta, tüm heybetiyle Zilkale size sislerin arasından selam verir. Yağmurlu havada o manzara da enfesti.
Elevit yolunda Zilkale’nin ardından rampalar iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlıyor. Ee yani 300 metreden 1884 metreye çıkacağız, o kadar da olsun. Olsun da yağmur da bir o kadar artmasın be kardeşim. Hadi diyelim o da arttı, bari yol daha da kötü olmasın, o da oldu. Anlayacağınız o gün bütün her şey aksi bir halde gidiyordu. Sonradan düşününce dank ediyor, bana o gün aksi gelen şeyler coğrafyanın doğasıydı aslında.
Yolda kime selam versem “Çürüdük yahu çürüdük” diye yağmura, neme isyan ediyor. Çat, Galler düzü, daha fazla sağanak yağış derken, hava kararırken Elevit’in ufak tefek yayla evleri gözüktü diyordum ki, karşıdan 3-4 kişi, kimisinin ellerinde sopa, bana doğru geliyor. Dedim kesin çattık, hava da ıslak, sopalayacaklar mıdır nedir… içlerinden biri “Hemşerim sen çılgın mısın? Bu havada buraya bununla(altımdaki bisikleti işaret ederek) gelene deli derim deli!” diyip yanımdan geçti gitti. Zaten bir tarafımdan akan ter üstüme yağan sağanağın damlalarıyla at başı yarış yapıyordu, ben de hiç oralı olmadan yaylaya devam ettim.
Yaylada da beni direkt Muhtar Naci karşıladı, iş işte. Yayalanın kahvesi de muhtara aitmiş, direkt oraya gittim. içeriye bisikleti de aldım. Sobayı yaktılar hemen. Peşine bir sini içinde evden yemek de geldi. Öyle de bir iyi gitti ki. Akşam namazından sonra yayladakiler kahveyi doldurdu; o sıra elektrikler gitti, lüksler çıktı. Yokuşlar zordu ama tırmandığıma değdi be!
Devamı gelecek…